Anasayfa / BYBO / Bakım / Çocuk Gelişimi / Duygusal Gelişim / Kafka ve Babası – Süheyla Pınar Alper

Kafka ve Babası – Süheyla Pınar Alper

Franz Kafka, 1800lerin sonunda Prag’da doğmuş, işçilikten zengin tüccarlığa yükselmiş bir baba ile aydın, zengin bir alman musevi aileden gelen annenin en büyük çocuğudur.

Bir yanda baskıcı, narsist kişilikli, onu çocukluğundan başlayarak acımasızca eleştiren, azımsayan ve asla onaylamayan babası, diğer yanda azınlık olmanın ezikliği arasında sıkıştığı yerden yükselen, ve ancak ölümünden sonra ismini duyuran bir yazardır Kafka.

Ölümünden sonra tüm eserlerinin yakılmasını vasiyet etmesine rağmen dostu Max Brod’un bu isteğini kabul etmemesi sayesinde eserleri XX. yüzyıl edebiyat tarihine kazandırılmıştır.

36 yaşında babasına yazdığı mektupta, Kafka kalbini açar ve babasının duygu iniş çıkışlarının, narsistik yapısının, beklenmedik öfke patlamalarının onu nasıl hayal kırıklığına uğrattığını ve benliğinde açtığı derin yaraları can yakan ayrıntılarıyla anlatır. Mektupta Kafka adeta eteğindekilerin tümünü babasının önüne döker ve babasının onu anlamasını umar. Bu mektubu okurken, onun adına içinizin sızlamaması mümkün değildir. Mektup apaçık bir şekilde bir çocuğun ebeveynleriyle olan yaralayıcı duygusal ilişkinin onu ömrü boyunca nasıl etkileyebileceğini ortaya koyar. Bu mektup duygusal şiddetin, fiziksel şiddet yaşamasa bile bir çocukta nasıl derin bir travmaya neden olabileceğini gözler önüne serer.

Kafka’nın babasına bu mektubu yazdığı tarih, Freud’un narsizm kavramını ortaya atışından birkaç yıl sonrasına rastlar. Bir yarım yüzyıl sonra da ‘narsistik kişilik bozukluğu’ psikiyatrideki yerini alır. Kafka bu mektupla belki de çoktan babasının tanısını belirlemiştir.

Kafka mektubunu, babasına verilmek üzere annesine bırakır. Annesi ise kendince bir nedenle bu 47 sayfalık mektubu babaya hiç iletmez bile. Kafka’ya göre annesi babasına öylesine aşıktır ve onu hayatının merkezi yapmıştır ki çocuğunun yaşadıklarını göremez.

Bu yazıyı, kendi sorunlarını çözememiş ya da çözmemeyi seçmiş bir babanın, çocuğunun ruhunda açabileceği yaralara dikkat çekmek ve babalığın öneminin altını bir kez daha çizmek amacıyla yazıyorum. Şükür ki günümüzde bu döngüden kendisini kurtarmak isteyen kişinin farklı kaynaklardan destek alarak kendisini geliştirme, uzman desteği alma ve değişim yoluna girme gibi seçenekleri var. Genç Kafka’nın yaşadığı yıllarda ne onun, ne babasının, ne de annesinin böyle bir şansı yoktur ve Kafka ailede açılan bu yaraları ne yazık ki bir ömür boyu taşır.

“Sevgili baba, geçenlerde bana senden neden hala korktuğumu sordun. Ben, her zamanki gibi senin soruna ne cevap vereceğimi düşünmeyi beceremedim çünkü hem senden korkuyorum, hem de bu korkunun temellerini sana açıklayabilmek için, konuşurken çoğunu aklımda tutamayacağım kadar çok ayrıntıya girmem gerekiyor. Şimdi sana yazılı bir cevap vermeye çalışıyorum ama bu yine eksik olacak, çünkü yazarken bile bu korkunun ardından neler gelebileceği düşüncesi beni engelliyor ve konunun boyutları benim hafızamın ve akıl yürütme gücümün sınırlarını aşıyor.”

Mektubunda, genç Kafka asla kendisinde olduğunu düşünmediği tüm harika özelliklere sahip bir babadan söz eder. Onun sözleriyle, evde “sağlıklı, istekli, sesi güçlü çıkan, etkili konuşan, kendinden mutlu, herkesten güçlü ve başarılı, insan tanıyan, büyük ölçekli işler yapan” bir baba ve bu ‘kusursuz’ babanın kişiliğinde bu artılara eşlik eden kontrolsüz öfke patlamaları gibi eksiklikler ve zayıflıklar arasında yaşamaya ve kendi benliğine anlam vermeye çalışan bir çocuk vardır.

Kafka, çocukluğunda babasının anlayışsızlığı, duygusal şiddeti, yargılayıcı, ürkütücülüğü, tutarsız ruh halleri ve hiç bir şekilde çocuğuna sevgisini hissettirmeyen ezici kişiliğiyle, yetişkinliğine kadar uzanan ve tüm yaşamını etkisi altına alan acıları bu mektupta dile döker. Bu onun 36 yaşında kaleme aldığı bir iç dökmedir; yazdıkları, benzer bir çocukluk yaşamış olan herkese tanıdık gelecektir.

Her çocuk ebeveyninin yaralayıcı davranışları karşısında onu suçlar ve ona karşı kızgınlık duyar. Bu doğaldır. Gücünü çocuğu üzerinde kullanan, beklenmedik anlarda onu engelleyen, küçümseyen, korkutan ve duymayan kişi çocuğun örnek almak için çabaladığı kendi ebeveyni olduğunda, çocuk onun gözünün içine baktığı için o insan karşısında kendisini o kadar yanlış ve eksik hisseder ki; kendi varlığı için, onun istediği gibi olamadığı için eksiklik ve eziklik duygularının yanısıra suçluluk da hisseder. Kafka da aynı bu şekilde babasının ebeveyn olarak yetersizlikleri, yargıları ve şiddeti karşısında hem acı ve kızgınlık duyar, hem de onu her şeye rağmen kabul eder ve onun istediği gibi bir çocuk olmak için debelenir, öyle olamadıkça da kendi kendisinden kuşku duyar. Bütün bunlara bir de tutarsız öfke patlamaları, beklenmedik duygusal ve/ya da fiziksel darbeler ve tehditler eklenince, çocuğun gerçek algısı da çarpılır.

“O kadar farklıydık ki ve farkımız birbirimize karşı o kadar tehlikeliydi ki, birisi benim yavaş yavaş gelişmekte olan bir çocuk ve senin tam yetişkin bir erkek olarak birbirimize rağmen nasıl var olacağımızı önceden hesaplayabilseydi, senin gayet basit bir şekilde beni, ben yok oluncaya kadar ayağının altında ezeceğini öngörebilirdi. Neyse ki, öyle olmadı… Ancak belki de daha kötüsü oldu. Sana bunu söylerken, hiç bir zaman, bir an için olsa bile suçun sende olabileceğine inanmadığımı hatırlaman için hep yalvardım. Üzerimdeki etkin elinde olmayan bir etkiydi. Ne var ki benim bu etkiye yenik düşmemin benim eksikliğimden kaynaklanan bir kötülük olduğu inancına artık son vermen gerekiyor…Ben çekingen bir çocuktum. İnatçıydım, bütün çocuklar gibi. Annem de eminim beni şımarttı ama idare etmesi özellikle zor olan bir çocuk olduğuma inanmıyorum; senden gelen yumuşacık bir söz, sakince elimi tutman, dostça bir bakışın bana istediğin her şeyi yaptırmaya yeterdi. Sonuç olarak sen özde iyi, yumuşak kalpli bir insansın (birazdan anlatacaklarım bunu çürütmeyecek, sadece senin bir çocuğun üzerindeki etkinden söz ediyorum), ancak her çocuk yüzeyin altında yatan iyiliği buluncaya kadar arayıp uğraşacak kadar korkusuz ve dayanıklı olamaz.”

Kafka, mektubunda bir gece, küçük bir çocukken sadece susadığı için ağladığında yaşadığı travmatik bir olayı anlatır. Babası o kadar kızmıştır ki, küçük Franz’ı yatağından koparırcasına kaldırıp balkona çıkartır ve onu orada, üstünde yatak kıyafetiyle bırakıp, balkon kapısını kapatır ve gider.

Kafka olayın sonrasını şöyle anlatır: “Sonrasında oldukça kurallara uyan bir çocuk oldum o dönemde, ama bu benim içime zarar verdi. Benim için sıradan ve doğal bir şey olan su istememle, böyle bir nedenden ötürü dışarıya, balkona atılmamın yaşattığı olağanüstü dehşet arasındaki bağı tabii ki kuramadım. O babam olan, büyük otorite sahibi kocaman adamın, gece hiç sebepsiz gelip beni yatağımdan kaldırıp balkona kapatması sonucunda onun için bir hiç olduğuma inandım ve bu inancım bu olaydan yıllarca sonra bile, yakamı bırakmadı… İhtiyacım olan biraz yüreklendirme, biraz dostluk, biraz yolumun açık tutulmasıyken, sen benim farklı bir yola gitmemi istediğin için, sen, iyi niyetle bile olsa benim yolumu kapattın… O zaman, tam da o zaman benim her anlamda yüreklendirilmeye ihtiyacım vardı…”

“…Herhangi bir şeye sevinip o duygu yoğunluğuyla eve gelip olanları anlattığımdaki tepkin imalı bir iç çekiş, başını iki yana sallamandan ve bir parmağınla masayı tıkırdatmandan ibaretti…Tabii ki kendin bir sürü sorunla haşır neşirken, basit ve çocuksu uyduruk şeylere heyecanlanman beklenemezdi. Ancak konu bu değildi. Hain tavrınla, bu çocuk için her seferinde düş kırıklıkları yaratman kaçınılmazdı; üstelik hainliğin ve biriktirdiklerin sürekli yoğunlaşıyordu; öyle ki sen bir kerecik de olsa aslında benimle aynı fikirde olduğunda bile bu yanın baskın çıkıyordu; sonuç olarak bu çocuğun yaşadığı hayal kırıklıkları, senden, yani onun için en önemli kişiden geldiği için, bunlar hayat karşısında yaşanabilecek sıradan hayal kırıklıkları gibi olmuyordu ve darbelerin öze, kaynağa vuruyordu. Çocuğun herhangi bir nedenle yaşadığı cesaret, kararlılık, güven, ve coşku duyguları süremiyordu çünkü ya sen karşı çıkıyordun, ya da çocuk kendiliğinden senin karşı çıktığını varsayıyordu…”

“Benim için anlaşılmaz ve kabul edilemez olan, bana sözlerinle ve yargılarınla verdiğin üzüntü ve utanç karşısındaki vurdumduymazlığındı. Sanki gücün hakkında en ufak bir fikre sahip değilmiş gibiydin…ne o anda, ne de sonrasında hiç kimse için üzülmüyordun ve insan sana karşı tamamen savunmasız kalıyordu. Hayatımda emin olabildiğim hiç bir şey olmayınca, varlığımın gerçekliğinin sürekli olarak onaylanmasına da ihtiyaç duydum; hiç bir şey sadece benim ihtiyacıma uygun olmayınca da, ben, bana ait olduğu sorgulanamayacak, yalnızca bana ait ve benim etkileyebildiğim tek şey olan bedenimden bile kuşku duydum.”

Kafka gerçekten de yıllarca bedenine güvenemeden, onu anlamadan, hep hastalık korkularıyla yaşayan bir adam oldu. Neyin doğru, neyin yanlış olduğu konusu kafasında hep karıştı.

“…Baba beni lütfen doğru anla: Bunlar kendi başlarına anlamsız ayrıntılar olabilir ama benim için bu kadar üzücü olmalarının nedeni sendin. O güçlü ve otoriter adam, yani sen, bana dayattığın kurallara kendin uymuyordun ki. Bunun sonunda dünya benim için üçe bölünmüştü: Birinde ben, köle; yalnızca benim için yaratılmış ve bir türlü tam olarak uymayı beceremediğim kurallarla yaşıyordum. Benden anlatılamayacak kadar uzak bir ikinci dünyada sen yaşıyordun. Hükümetle ilgiliydin, buyuruyordun, buyruklarına uyulmamasına canın sıkılıyordu. Son olarak da üçüncü bir dünyada, boyun eğmek zorunda olmamanın özgürlüğünü yaşayan ve mutlu olan insanlar vardı. Ben hep bir utanç kaynağıydım; ya senin kurallarına uyuyordum, ki bu da bir utançtı çünkü onlar sadece benim için konulmuş kurallardı; ya sana karşı koyuyordum ve bu da bir utançtı; sana karşı gelmek de ne demekti; ya da sendeki güç, istek ve becerinin aynısını benden bekliyordun ve bunlar bende olmadığı için senin söylediklerini yerine getiremiyordum; bu da zaten en büyük utançtı.”

Narsist bir ebeveynin yaşattığı çifte standartlar çocuğun kafasını doğru ve yanlış kavramlarını anlamada, karar verme süreçlerinde derinden karıştırır.  Kafka bunu basit bir örnekle şöyle anlatır: “En önemlisi ekmeğin düzgün kesilmesiydi; ama sen bıçağından yemeğin sosunu damlata damlata keserdin ekmeği. Yere hiç bir kırıntı düşmemeliydi ama yemeğin sonunda en çok senin sandalyenin altı kırıntılarla dolu olurdu.”

Kafka, babasının öfke patlamalarının aile ortamında sakin ve uygar bir sohbet olasılığını yok ettiğini, ve bu durumun bir çocuk ve genç bir adam olarak kendisinin ‘anlaşılabileceği’ umudunu nasıl ezip geçtiğini de şöyle anlatıyor:

“Bugün, senin korkutucu, sert, imalı öfken ve ağır suçlamaların (…) beni çocukluğuma göre daha az ürkütüyor. Bu da çocukluğumda hissettiğim suçluluk duygusu yerine şimdi hem senin, hem de benim, yani bizim güçsüzlüğümüzü fark edebilmemle gerçekleşti. Sakin bir şekilde birlikte var olmanın imkansızlığı çok doğal bir sonuç getirdi: Konuşma becerimi yitirdim (…) Konuşmayı bana çok erken bir yaşta yasakladın. ‘Tek bir karşı söz’ duymak istememen ve kalkan elinin buna eşlik etmesi bana bugüne kadar eşlik etti (…) Senden bana kalan tedirgin, kekeler gibi bir konuşma oldu ve zaten bu da sana fazla geldi ve ben sonunda sustum. Belki ilk başlarda boyun eğdiğim için sustum, sonrasında da senin olduğun yerde zaten ne düşünebildiğim, ne de konuşabildiğim için sustum… Beni büyüten kişi de sen olduğun için bunun benim hayatıma yansımaları oldu. Beni büyütürken kullandığın ve her seferinde etkili olan müthiş etkili ve tumturaklı yöntemlerin, taciz, tehdit, alaycılık, hain gülmeler, tuhaf ama, kendi kendine acıma da içeriyordu.”

Babasının Kafka’nın entelektüel ve yaratıcı ilgi alanlarına karşı aşağılayıcı, küçümseyici tutumu sonucu Kafka kendisini adeta bir  kimlik hırsızı gibi algılar. Kendi başarısına inanmayarak hep birilerinin onun başarısına kandığı inancı ve bunun açığa çıkacağı kaygısını taşır. Kafka kendisini, yakalanma korkusunun dehşetiyle işini yapmayı sürdüren yolsuzluk yapmış bir banka memuruna benzettiğini ifade etmiştir. Hermann Kafka hiç bir zaman oğlunun yazılarını, kitaplarını önemsememiş bir babadır, Kafka da bunu hep bilmiştir: “Aslında bütün yazdıklarım seninle ilgiliydi. Senin göğsüne kapanıp ağlayarak anlatabileceklerimi yazılarımda anlattım. Bu bir bakıma kendime senden uzaklaşma izni vermem anlamına geliyordu ama bunun nedeni sendin ve ben bunu bu şekilde dile dökmeyi seçtim.”

Bu yazının odağı ‘baba’dır, ancak yazı tüm ebeveynlere çağrımdır. Kendinizle tanışın, kendinizle yüzleşin ve çocuklarınıza ufuk açan ebeveynler olun. Babalar, çocuklarınızı fiziksel olarak doğurmamış olmanız onlardan uzak durmanız gerektiği, onları yalnızca annelerinin anlayacağı anlamına gelmez. Annelik de, babalık da öğrenilir. Onlar sizin çocuklarınız, onların babalarına da, annelerine de ihtiyaçları var. Çocuklarınız sizinle yaşadıkları uzaklık ve korkuyu, şefkat ve sevgi yetersizliğini yetişkin olduklarında çözmeye mahkum olmasınlar; bu yaraları iyileştirme olanakları ya da niyetleri yoksa da hayatlarına girecek herkese bulaştırıp kuşaktan kuşağa taşımak zorunda kalmasınlar.

Gerçek şu ki annenin çocuğun gelişimindeki önemi hep vurgulandı, ancak babanın duygusal ve zihinsel ebeveynliğin dışında kalmasının çocuklar üzerinde yarattığı eksikler ve yaralar bilim dünyasında bile yeni yeni dile getirilir oldu. Çocuğun babayla ilişkisinin onun başarısına, dış dünya ve insanlarla ilişkisine, aldığı kararlara, hayat amaçlarını seçmesine etkileri yeni yeni kabul görüp anlaşılıyor. Kimbilir, böyle olmasa toplumlar küresel cinsiyet önyargıları, kadına şiddet, aile içi şiddet ve cinsel taciz konularında çok daha önleyici ve etkili çözüm üretebilen bir aşamada olabilirdi. Kafka da ne yazık ki annesinden de ihtiyacı olan desteği göremeyince, babasının bu kişiliğinden ağır şekilde etkilenerek nasibini aldı ama ona yazdığı bu mektubuyla gelmiş, geçmiş ve gelecek nice babaya ve anneye ışık tutuyor.

Sakın kusursuz olmayı hedeflemeyin çünkü hiç kimse kusursuz değildir, ancak bunun arkasına saklanıp değişmek için vermeniz gereken emekten de kaçmayın. Kafka’nın sözleriyle:  “Sonuç olarak güneşin tam merkezine uçmak gerekmiyor, ama insanın yeryüzünde güneş zaman zaman parladığında kendini ısıtabileceği, küçük, temiz bir noktaya çıkması gerekiyor.”

Görseller:

Berfrois.com

libertyislandmag.com/2019/07/01/self-image-issues-your-parents-were-narcissists-and-toxic-convenient-excuses-and-cultural-dry-rot/

 

Süheyla Pınar Alper

Süheyla Pınar Alper

Eğitim Bilimci / Sosyolog, Duygu ve Farkındalık Danışmanıyım. API (Attachment Parenting International), Şiddetsiz Şefkatli Ebeveynlik Türkiye Lideriyim.
1995ten bu yana öğretmenlere, gençlere, kadınlara, anne-babalara, yöneticilere (Dünya Bankası, Meteksan vb.) farklı birey ve gruplara duygusal zeka, etkili iletişim ve şiddetsiz iletişim içerikli eğitimler vermekte, kişilerarası iletişim, aile içi iletişim, pozitif disiplin ve duygular konusunda danışmanlık yapmaktayım.
Yirmi yıl süreyle ders verdiğim Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümünden 2008de emekli olduktan sonra İstanbul'a taşındım. 2008-2018 yılları arasında İstanbul'da Bahçeşehir ve Boğaziçi üniversitelerinde Sosyalleşme ve Gelişim, Kişilerarası İletişim, Sosyal Duygusal Öğrenme, Önyargı ve Şiddet derslerini verdim.
2013 yılından bu yana Do-um'da danışmanlık yapmaktayım (www.do-um.com)
Uluslararası EFT Master/İleri EMO, Pozitif EFT uygulayıcısı, Transaksiyonel Analiz Derneği TA ve Çocuk, Ergen, Her Yaş Çocuğu ile Oyunla Terapi sertifikalarına sahibim. Yaklaşık iki yıldır Uluslararası Aile Konstelasyonları Derneği eski başkanı Max Dauskardt ve eşi Alemka Dauskardt ile aile dizimi kolaylaştırıcısı eğitimi aldım. Radia Gelişim Merkezi, Aile Dizimi Kolaylaştırıcı Sertifikam vardır.
Süheyla Pınar Alper

Diğer Paylaşım

Bu Sıkıntının Adı Yas – Scott Berinato’dan Çeviren: Süheyla Pınar Alper

Scott Berinato’nun 23 Mart 2020de Harvard Business için yazdığı yazının çevirisi (That Discomfort You’re Feeling …

Leave a Reply