Anasayfa / Yazarlar / Eren Kaya / Embriyodan İlk Doğumgününe Kadar Geçen Süre: İnsan Hayatının En Kritik Dönemi!

Embriyodan İlk Doğumgününe Kadar Geçen Süre: İnsan Hayatının En Kritik Dönemi!

Primal Health, Michel Odent

Kitabı okudum, bitirdim ve aklımda kalanları paylaşmak istedim.

Kitabın alt başlığı: Döllenmeden birinci yaş gününe kadarki kritik dönemi anlamak. Yazar bu döneme primal dönem demiş.

Michel Odent 1930’da doğmuş. 60-70’lerde doğumhanelere doğum havuzunu ve ev koşullarını tanıştırmış bir genel cerrah.

Nasıl doğduğumuz, doğumdan sonra hemen başımıza gelenler ve birinci yaşımıza kadar yaşadıklarımızın, yetişkin olduğumuzda sağlığımızı etkilediğini savunuyor.

Elbette ki yetişkin hayatımızda sağlıklı beslenmek, spor yapmak, dinlenmek sağlığımızı etkiliyor ama sağlığımızı esas belirleyen primal dönemde yaşadıklarımız.

 

İşte hatırladıklarım:

Bebek Odaları:
Doğumdan sonra bebeklerin annelerinden ayrılıp götürüldüğü bebek odasını anlatarak başlamış. Onlarca bebek, hep birlikte, aynı odada annelerinden ayrı yatıyor. Belli zamanlarda maske giymiş bir hemşire bebekleri besliyor ya da beslenmek üzere annelerine götürüyor ve geri getiriyor.

Gördükleri onu çok etkilemiş ve bebekleri annelerinden ayırmayı nasıl düşenebildiğimizi kendi kendine sormuş, büyük bir hayretle. Annelerinden ayrı ve ağlayan bebekler. Ağlamanın faydasız olduğunu öğrenen bebekler çünkü beslenme vaktine kadar, hemşire gelene kadar onunla kimse ilgilenmeyecek. Çünkü bu tıp, çünkü bu bilimsel olan…

Bilim adına bebekler annelerinden ayrı, steril ortamlarda dünyayla tanışıyorlar ve “öğrenilmiş çaresizlik” denilen yani ne kadar ağlarsam ağlayayım benimle kimse ilgilenmeyecek nasılsa denen bir davranışı içselleştiriyorlar.

Doğumhane:
Doğum sırasında annenin yaşamak zorunda bırakıldığı davranışlar ve uygulamalar. Kadın doğumcuların “kontrol etmeyi” takıntı haline getirdiğini yazmış. 17. yy’dan itibaren yani erkeklerin kadın doğum odasına girmesinden sonra herşeyin temelden değiştiğini düşünüyor. Erkek doktorlar kadınları sırt üstü yatağa yatırmaya başladılar, hatta yatağa bağladılar. Erkek doktorlar ebelik eğitimlerini vermeye başladılar.

Peki, kadına yardım eden kadınsı,geleneksel yardım ve bilgiye ne oldu? Modern çağda ise kontrol ultrasonla, elektronik cihazlarla, ilaçlarla, yatıştırıcılarla sağlanıyor.

Kadınlar, ilaçsız, uyuşturulmadan ve sadece hormonlarıyla doğum yapma becerilerini kaybediyorlar. Artan sezeryanların sebeplerinden birisi de budur. Hatta doğuma, doğal doğum dememizin sebebi budur. Doğum, nasıl doğal olmaz ki?

Doğum yapan bir kadının nelere ihtiyacı var?
Birincisi mahremiyet. Mahremiyet, yalnız olmak değildir. Doğumda kadın yalnız olmamalı, ona yardımcı olacak deneyimli birine ihtiyacı vardır. Ama hepsi bu. Mahremiyet saygı duyulması gereken ve sağlanması gereken ilk ihtiyaçtır. Mahremiyet sağlanmadığında doğum hemen kesintiye uğrar. Loş ışık, sıcaklık, sessizlik, fısıltılar, sevilen müzik ve güvenilen bir ortam doğumu kolaylaştırır.

Tam tersi erkeklerin varlığı ve güvenilir ortamdan uzaklaşmak doğumu zorlaştırır. Kadınlar, ilkel benliklerine kendilerini bırakabildikleri müddetçe doğum kolaylaşır. Modern beyini uyaran ne kadar çok şey oluşursa, doğum o kadar zorlaşır.


Anne sütü ile beslemek: 
Bebek doğar doğmaz, annesinin göğsüne verilirse doğum süresince oluşan hormonlar sayesinde aralarında bir bağ oluşur. Bebek doğunca, dünyadaki bakterilerle de tanışır. Anne sütü bakterileri öldüren beyaz hücrelerle, sindirimi kolaylaştıran enzimlerle ve koruyucu bakterilerle donatılmıştır.

Bebeğin sindirim sistemi doğumda sterildir. Doğumda verilen antibiyotikler ve ilaçlar bu hassas dengeyi en baştan bozar ve kalıcı hasar oluştururlar.

Bebeğin yabancı bir ortamda doğması, anneden uzakta bebek odasında steril bir şekilde tutulması ve mamayla/başka hayvanın sütüyle beslenmesi tüm bağışıklık sistemini geri dönülemez biçimde bozar.

Kadınlarla bir arada olmak: 
Hamile, doğum yapacak ve lohusa kadının en büyük ihtiyaçlarından biri diğer kadınlarla birlikte olmaktır.

Zaten yeterince erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz. Tıp dünyası erkek egemen. Çoğu doğum doktorları erkek. Hatta artık ebeler de erkek. Eşleri de doğuma sokma adeti başladı. Doğum kurslarına dahi erkekler geliyor.

Erkeklerin, bu kadın ritüelinde ne işleri var? Zaten orda ne yapmaları gerektiğini bile bilmiyorlar. Ayrıca, eşlerini son derece mahrem bir halde görmemeleri de gerekir. Eşinin bağırsaklarını boşaltırken gören bir erkek sonrasında nasıl hissedebilir?

Primal dönemde yaptığımız bu yanlışlar, tüm insanlığı alerjilerle, hastalıklarla, depresyonla, kanserle, bağışıklık sistemi hastalıklarıyla,obeziteyle, hipertansiyonla başbaşa bırakıyor ve geri dönülemez biçimde etkiliyor.

Ne dersiniz?

Arzu

Diğer Paylaşım

Ahu’nun İkinci Doğal Doğum Hikayesi

Sevgili Duru, Seninle maceramız 17 şubat 2017’de başladı. Reglim sadece iki gün gecikmişti ama ben …

7 Yorum

  1. Yazının çoğuna katılmakla beraber birkaç noktaya şerh koymak isterim:

    Bebeklerin yaşamlarının ilk 3 ayında ¨öğrenilmiş çaresizlik¨ddiğimiz kavramla tanışmaları mümkün değildir çünkü bu dönemde bebeklere bağırmalarına izin vermek yoluyla hiçbir sey öğretilemez. Dolayısıyla bir bebeğin açlıktan ağlaması söz konusu ise sustuğu noktada bu öğrendiğinden değil bitap düştüğünden olacaktır.

    Eğer herhangi bir hastanede herhangi bir sağlık personeli ilk günlerinde bebeğe bu işkenceyi yapıyorsa o kurumun güvenilirliğinden şüphe ederim.

    Elbette hastane ortamında ve ilaç desteğiyle gerçekleşecek doğumlar olacaktır ama bu bebeğe ihtiyacı olduğu noktada annesini ya da besini sunmamak için neden olamaz.

    Erkeklerin doğuma girme meselesinde de pek katılamayacağım yazarın fikrine. Erkeğin doğuma ve doğuma giden yolda eğitime katılması bu konuda bir şeyler hissettiğinden değil tamamen destek amaçlıdır. Bir kadının hayatının böylesine kritik bir noktasında yanında görmek isteyeceği hayat arkadaşıdır diye tahmin ederim. Eğer esşim benim le beraber doğuma ve bebek bakıma giden yolda yürümeseydi ben bugün akıl sağlığımı ne denli koruyabilirdim emin değilim. ¨bağırsak¨kısmı çok dramatik olmuş. Doğumu her ayrıntısına kadar takip etmek zorunda değil eş. Karısının elini tutacak ve bebeğin dünyaya gelişini seyredecek kadar yakın olması hem mümkün hem de kafidir.

    Eren

  2. Coğu hastane de isterseniz bebeği yanınıza alabiliyorsunuz.Ben doğum yaptıktan sonra kızımı yanıma istemiştim.hep yanımdaydı.Doğum sırasında eşimde geldi.Ama bağırsaklarımı görmedi .Cünkü kocaman bir örtü ile sizi de onu da o ortamı görmesini engelliyorlar.O sırada sizin için çok özel bir anı paylasıyorsunuz.Sonra bebeğinizi elinize veriyorlar.Çok muhteşem bir şey bence 🙂

    Neslihan

  3. selvi
    merhaba erencim
    yazara göre benim oğlumun bağişiklık sistemi çökmüş durumda ve ilerde her türlü hastalıkla karşılaşacak çünkü yeni doğduğunda sarılık olduğduğu için doktorlar bol beslensin diye mama verdirdiler çünkü göğsümü alamadı.sence nekadar doğrudur erencim

  4. Esra Ertugrul

    Erencim sana katılıyorum, özellikle babaların doğuma girmesi konusunda.

  5. Zeynep Şeker

    evet bende doğuma babanın girmesi konusunda sana katılıyorum.. baba doğum rutin kontrolden itibaren her an bebek gelene dek ve sonrasında da anne ve bebeği yalnız bırakmamalıdır.. çok güzel bir aile bağı kuruluyor

  6. bir dilek tut

    ben doğum hariç her durumda babanın sürece dahil olması gerektiğini düşünüyorum. şahsen eşimi doğumdan hemen sonra görmek isterim ama doğumda değil.

Leave a Reply